11 Kasım 2008 Salı

"Sana bakarken gözlerimi kapasam karanlıkta kalırsın. Haberin var mı?"

Latife Tekin

15 Ekim 2008 Çarşamba



diye de birşey var hayatta.

4 Ekim 2008 Cumartesi


Gecen gun "Insan Halleri" diye bir fotograf sergisi gezdim. Her yastan insanin olu pozu verdigi bir calisma. Fikir cok hosuma gitti ama sergi bana pek bir sey hissettirmedi ne yazikki. Sonra sunu dusundum. Bircogumuz "oluyu" sinemadan biliyoruz. Allahasukur bir cesetin neye benzedigi hakkinda default bir bilgiya sahip degiliz. Bir Amerikan sinemasi oluleri var aklimizda, bir Avrupa, bazen Turk. Bu sergide Turk oluleri vardi ve hicbiri olu gibi gozukmuyordu. Benim Brian De Palma'dan ya da Tarantino'dan gordugum oluler baska turlu. Biz Turkler olurken guluyoruz galiba. Boyle sanki uzerimizden bir yuk kalkmis gibi bir ifade aliyor yuzlerimizi. Ohh aidati taktim gittim gibi... Cok merak ettim, acaba ben poz verseydim nasil bir olu olurdum? Neseli olu mu? Asabi mi?

22 Eylül 2008 Pazartesi

"Her akıllı insan hayatın güzel bir şey olduğunu, amacının da mutlu olmak olduğunu bilir.
Ama sonra yalnızca aptallar mutlu olur. Nasıl izah edeceğiz bunu?"

Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi

12 Eylül 2008 Cuma

tatlı rüyalar

9 Eylül 2008 Salı

Ahtapotun aşkı

www.adnstream.tv/video/KiMvRavFoh/Oktapodi-


3 Eylül 2008 Çarşamba

Bir dublor attan trene atlarken dustu.
Bir kiz cocugu agactan portakal toplarken dustu.
Ikisi ayni zamanda, bir hastanenin odasina dustu.
Dublor felc kaldi. Zaten sevgilisi de onu aldatmisti.
Kiz cocugunun kolu sargiya alindi. Zaten kotu adamlar babasini ondan almisti.
Muhabbetleri boyle basladi.
Dublor kizin agzina bir dirhem masal caldi.
Kiz masalin devamini dinleyebilmek icin dublore morfin caldi.
Dublor olumun pesine dustu.
Kucuk kiz masalin pesine...
Dublorun hayatinda mutlu son yoktu.
Kizin kafasinda ise her sey guzel olacakti.
Dublor masali bitirmek icin herkesi oldurdukce...
Kiz yasatmak icin cirpindi durdu.
Sonunda ise ne olduysa oldu...

Ayaklarini hissedemeyen bir adamin anlattigi, ayaklari yere basmayan bir kiz cocugunun dinledigi harikulade bir masal, The Fall. Mutlaka izlemeli.

2 Eylül 2008 Salı

Write down your biggest wish on a piece of paper, then throw it away.

24 Ağustos 2008 Pazar

"Yalnızlık Allah'a mahçuptur" 
 Yiğit Özgür.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Bu sefer calistim! Icimdeki miskini bir yana, dvd'deki six feet under'lari bir tarafa biraktim ve bir arabanin calismasi icin gerekli her seyi neredeyse ezberledim. Platin meme yaparsa zimparalamak gerekir. Havayla benzin karisirsa voltrani olusturur. Bujiler yanarsa kotu olur. Lastiklerin dubleksi iki katli degildir.

Butun bu gereksiz bilgiler beynimde, annemin okuyup ufledigi pirincler dilimde, sag ayagim kapinin esiginde, sinava girdim. Kotu gecti.

Ehliyet alamazsam:

Birisine sinirlendigimde hicbir zaman arabama binip kapiyi carpip basip gidemeyecegim. Hep taksinin gelmesini bekleyen karizma fakiri "bir kiz" olucam. Ve taksi gelene kadar o kisi pesimden gelecek ve affetmemi saglayacak.
Ya da yine birisine sinirlendigimde mekani terk etmek icin metroya kadar yurumem gerekecek. Boyum kisa, dolayisiyla bacaklarim da kisa ve adimlarim da kucuk oldugundan o hemen bana yetisecek. Eee onu da affedecegim. Bu affettigim ikinci kisi olacak. Hayat zor olacak.

22 Ağustos 2008 Cuma

bu sefer motordan gecicem.

Buji adinda distributor bir kiz var. Akusu cok dusuk ama bobinleri kocaman!

20 Ağustos 2008 Çarşamba

It's not you, it's me'nin enfes bir örneği.
Kulaklıklarınızı takın, gözlerinizi açın, derin bir nefes alın ve izleyin. Bence.

www.chrismilk.net/movies/01.mov

14 Ağustos 2008 Perşembe

Lafı bu: 
"The world is not threatened by evil but by those who allow evil things to happen." 
Albert Einstein

Fikri de bu:
www.faces-of-evil.com

5 Ağustos 2008 Salı

Adam Sandler yeni filmi Zohan'da dokturuyor. Bilhassa ant icme bicimine ve mayosunun arkasina dikkat. Izle. Heath Ledger'in oldugunu bilerek Batman'i izlemeye yuregim varmiyor. Bana katil. Hamile olmak galiba moda oldu. Nisantasi'nda her kadinin kucaginda bir bebek var. Bir o gozle bak. Suede dinlemeyeli cok olmus. 18'lerimi hatirlatti. Dene. Haftaici izin almak cok guzel oluyor. Zaman daha yavas akiyor. Valla. Topagaci'nda Lahhmacun diye bir yer var. Lahmacunu Istanbul'da yedigimin en iyisi sanirim. Yumul. Herkes Bjork konserinin ne kadar bilmemne oldugundan bahsediyor. Duymazdan gel.

29 Temmuz 2008 Salı

Uzun zamandır yazamıyorum. Bu dönemi telafi etmek adına hızlıca anlatıyorum. Gümüşlük güzel bir yer. Denizi kötü, tavşanları şeker, insanları idare eder. Gidin. Penelope'deki domuz burunlu kızlardan Bağdat caddesinde çok var. Film İstanbul'lular için şaşırtıcı bir görselliğe sahip değil. Sakin. Ben X'te hayat dersi veren bir otistik var. Bir de gerçek hikaye. İlginç. G noktasının aşısı çıkmış. Alanı genişletiyorlarmış. Tavsiye. Perihan Maden'le ben galiba aynı Türkçe'yi konuşmuyoruz, bu sabah farkettim. Pes. Okullar hiç açılmasın, trafik pek bir sakin. Keşke. Sevgilim yılların sinek savarı 'raid'e, sinek sosu dedi. Hehe. Blue Ray film izledim, dünyam değişti. Yalan. PES çok zevkliymiş, orta sahadan gol attım. Yemin. Şeftali karpuzdan daha güzel bir meyve. Bence. Esher oyunu diye bir oyun çıkmış, perspektifle ilgili, anlatması zor. Dene. Metro Maslak'a kadar gelsin. Lütfen. REM biletleri satışa çıkmış. Dikkat. 
 

27 Temmuz 2008 Pazar

divorce cake


buyur buradan ye!

24 Temmuz 2008 Perşembe

tavsiye

Woody Allen'ın yeni romanı çıktı. Adı Yan Etkiler. Tatilde, tuvalette, evde, işte her şekil gider.

24 Haziran 2008 Salı

Cannes Yazi Dizisi - 1

İçimize mayolarımızı giydik, bir umut bu sene de Cannes'a gittik. Normalde hiçbir numarası olmayan bu Fransız tatil beldesi, festival döneminde pek bir şenlenir. Dünyanın her ucundan, yüzlerce reklamcı gelir, işleri yarışırken onlar da kaynaşır.
Biz de aynı sebeble oradaydık. Biz derken, 6 erkek ve ben. Erkeklerimiz için Cannes gezisi daha çok sarı tebessümleri yakalamak, kumsalda tanga pususuna yatmak, hatunların arkasından havlamak gibi birtakım Ata sporlarıyla uğraşmakla geçti. Bu bölümü fazla uzatmaya gerek yok.
İşin iş kısmına gelecek olursak, Cannes'da ödül almak öyle Kristal Elma almaya benzemez. Olur da bir altın aslan alırsanız sırtınız bir daha yere gelmez, bir de gelen gideni aratmaz.
Orada bir kez daha farkettik ki gavur işin bokunu çıkarmış, biz Türklere işin uygulama kısmında açık ara fark atmış. Ama nedir? Ağlamak yooook, gülmek var.
Çıtanın bu noktalarda olduğu bir yerde, biz de 3 finalist bırakmayı başardık. İsimlerini de yazıyorum, google'da bir parselleri daha olsun kardeşlerimin. Volkan Karakaşoğlu ve Levent Yalgın, Amnesty için yaptıkları banner çalışmasıyla binlerden sıyrıldılar. İnsanlıktan nasibini almamış bu iki arkadaşımın, insan hakları gibi bir konuda shortlist'e kalması beni baya bir düşündürdü.
Gül Kanık ve Burak Kunduracıoğlu Cafe Del Mondo basın ilanıyla Cannes'da gururumuz oldu.
Henüz 24'lerinde olan bu iki genç, uluslararası yarışmalarda çocuğu koymayı alışkanlık haline getirdi. Biraz daha büyüyünce ne olacaklar tahmin edemiyorum.
Finale kalan bir diğer iş ise Talha Yüksel'e aitti. Sayın Yüksel, Ganj basın ilanıyla yine çok zor bir kategori olan medyada, tüm o cafcaflı işlere ve büyük prodüksiyonlara gelişine vurdu, güçlü fikriyle bir kez daha yeteneğine hayran bıraktı.
Beni soracak olursanız babayı aldım. Ama çok değer verdiğim bu insanların başarısı da benim için azbuz bir mutluluk olmadı. Ekmek çarpsın.

10 Haziran 2008 Salı

Cok acik söylüyorum Darren Arnofsky'i sevmem. Mesela bana kahve ismarlamak istese bir an düsünürüm. Bu adam Requiem For a Dream adli filmi cekerek bana birkac saatlik büyük bir izdirap yasatmisti. Eve gittiğimde kekeliyordum. Ee niye sinemadan cikmadin diyecek olursaniz; film festivalindeydim, cocuktum, festival izleyicisinden korkuyordum.
Bu animin üzerinden yillar gecti ve gectigimiz cumartesi günü geldi.
Karsimda Darren'in son filmi The Fountain. O bana bakiyor, ben ona. Bir cesaret koydum.
İlk 3 dakika icerisinde tamamen ekrana kitlendim. Soyle oyunculuk, böyle cekimler demeyecegim, diyemiyorum. Bir bucuk saatlik filmle ben agzimin payini aldim.
The Fountain daha önce izledigim hicbir seye benzemiyor. Bay E de benzemiyordu ama carptirmayin. Yüreginizin kaldirabilecegi bir dönemdeyseniz izleyin diyorum.

here is the deepest secret nobody knows,
here is the root of the root and the bud of the bud
and the sky of the sky of a tree called life;
which grows higher than the soul can hope or mind can hide
and this is the wonder that's keeping the stars apart.
i carry your heart, i carry it in my heart.

6 Haziran 2008 Cuma

4 yasinda bir cocugu camdan atmak icin sebeblerim var

Bizim kapicinin 4 yaslarinda acaip tatli bir oglu var. Adi Cihan. Cihan, evimizdeki oyuncak popülasyonunun fazlaligindan midir, gelen gidenin coklugundan midir, apartman ahalisine gore toyluğumuzdan midir, neden bilmem, pek sever bizi.
Gecenlerde kapi calindi. Delikten baktim, gorunurde kimse yok. Hah dedim, Cihan bu. Ayakkabilarini cikarmis, arkalarina basmis, kapida dikiliyor. Naber, napiyorsun dememe kalmadan beyim iceri girdi, oyuncak reyonuna gecti. Cihan, sanki ben onu dogurmusumcasina oyuncaklarla takilirken ben de ev halciligi oynuyordum. Bu satirlara kadar ne kadar sevimli gidiyor degil mi hikaye? About a boy'u tekrar cekmek üzereyiz neredeyse. Neyse. Birara Cihan'i bana bakarken gordum, 'bir sey mi oldu?' dedim. Cihan yavasca yanima yaklasti ve kimseye duyurmak istemeden 'Sen niye bu kadar kücüksün?' dedi. Tut bacaklarindan, 5. kattan sarkit veleti! Sonra manset ol: 'Önemsiz reklam yazari Z.K, 4 yaşindaki cocugu camdan atmaya kalkti'.
Sakince cevapladim, 'kücük degilim Cihan, minyonum'. Cihan'i cevabim kesmedi, 'yok yok kucuksun, öbür kadinlar senden daha büyük' dedi. Bunu bana diyen yer elmasi, bir metre var yok. Cihan'in kafasini karistirmak icin onu soyle cevapladim 'bakma sen benim bu kadar gözüktüğüme, topragin altinda benden üç tane daha var.' Korktu. Köftelerini yemeden gitti. O gün bugündür ortalikta gözükmüyor.

yildiz olmak da zor be kardesim


Yildizlar ne kadar büyük olursa, bu onlarin ölüme o kadar yaklastiklarini gosterirmis.
Büyüyen yildizlar, geri sayimlarini yaparken ayni zamanda mavi ve kirmizi renklerde isiklar sacarmis. Gicik ve lezbiyen bir sinema elestirmeni olsaydim bu durum için gorsel bir solen, lirik bir anlatim derdim. Demedim.
Ölümü böylesine bir şölen haline getirmeleri hoşuma gitti. Bu yildiz milleti de az yaygarci degilmis.

Not: Ak cüceler diye bir yildiz türü varmis. Gökyüzünde yalniz gezen yildizlar galiba bunlar.

Allah sarkastizmi basimizdan eksik etmesin

Her sey gibi 'sarkastizm'in de beynimizde bir yeri oldugu saptanmis. Sag lopun ikinci kivrimi gibi acik adres veremeyecegim ama oralarda bir yerlerde iste. Neyse, sasirtici olan bu kismi degil.
Herhangi bir sekilde beyninin bu kismina darbe alan, yani bir sekilde sarkastik kivrimlari zarar goren insanciklar bu duygudan mahrum kaliyorlarmis. En basit ornegini verecek olursak, firtinanin ortasinda 'ne güzel hava piril piril' dediginizde, sarkastik fakiri soylemesi ayiptir bir bok anlamiyormus.
Anlasilan onlar icin Woody Allen'in varliginin Aysun Kayaci'dan pek bir farki yok. Adi gecmisken Woody'nin yeni kitabi cikmis: Mere Anarchy.

4 Haziran 2008 Çarşamba

Chuck Palahniuk ya da bir delioglan


Chuck Palahniuk'in yeni kitabi Snuff cikmis. Remzi kitabevinin raflarinda bulabilirsiniz (Türkçe'ye henüz çevirilmedi sanirim). Buyrun bu da kitaptan bir satir:
"This kid fucks like he's got something to prove!"

3 Haziran 2008 Salı

Yogun istek uzerine sinezteziye aciklik getiriyorum

'Sinestezi, bilinçli zihinsel olaylarin tetiklemesiyle ortaya çikan bilinçli bir duyusal bir deneyimdir. "Synesthesia", Yunanca syn: birlikte ve aesthe-sis: algilamak sözcüklerinin birleşiminden oluşan istemsiz bir deneyimdir. Birleşmiş duyular ya da "eşduyum" olarak da ifade edilebilir. Sinestezi, istemsiz yoğunlaşma sonucu ortaya çikan belirgin canli ve güçlü duyusal deneyimdir. Yalnizca, insanlarin çok azi günlük olağan durumda bu deneyimi yaşarlar. Bazi araştirmacilarca dil dişi düşünmenin özel bir belirtisi olarak kabul edilirken, bazilarinca tam bir "hastalik", "anormallik" ve mucize, mistik bir insan yeteneği olarak kabul edilir. Hatta, sinesteziyi biyolojik bir olaydan ziyade sosyal ve kültürel bir fenomen olarak görenler de vardir. Sinestezi bir hastalik olarak değil de bir duyusal algilama "hediyesi" olarak görülebilir. Sinestezinin birçok şekli vardir. En sik izlenen şeklinde kişi, harfleri renk olarak deneyimler. Her harf, kişinin kendisine göre farkli bir renk olarak algilanir. Bu kişiler (sinestezikler), eğer erken çocukluk döneminde bu deneyimi yaşamaya başlarlarsa sinezteziyi günlük normal, olağan bir olay olarak düşünürler. Sinesteziklerin çoğu, diğer insanlarin algisal deneyimlerinin bir parçasi olarak ayni deneyimleri yaşamadiklarini öğrendiklerinde büyük bir şaşkinlik yaşarlar. Çünkü, o zamana kadar herkesin kendisi gibi algiladiğini kabul etmiş ve düşünmüştür.

Sinesteziyle ilgili yayinlanmiş ilk olgu John Locke'a (1690) aittir. Locke'un özelliklerini aktardiği kişi, kördü ve tam bir sinestezik değildi. Fakat algilamada duyusal birleşmenin görüldüğü ilk örnekti. Borazan sesini "kirmizi" olarak deneyimliyordu. Daha sonra, uzun süre ciddi olarak sinesteziyle ilgilenen bilim adami olmadi. Öznel bir deneyim olmasi ve iki kişinin bile benzer deneyimleri yaşamamasi nedeniyle sinestezinin bilimsel bir inceleme alani olamayacaği düşünüldü. Ancak zamanla biriken olgu örnekleri ve kanitlarla incelenmesi gereken bir konu olarak tekrar değer kazandi. Nörolog Dr. Richard E. Cytowic, "A Union of the Senses" (1989) ve "The Man Who Tasted Shapes" (1993) adli iki kitap kaleme aldi ve dikkatin tekrar sinesteziye çekilmesini, sonuçta da sinestezi araştirmalarinda bir rönesansin ortaya çikmasini sağladi.

Sinestezi deneyimi birbiriyle ilişkili iki kisimdan oluşur. Bunlar tetikleyiciler ve eşleniklerdir. Tetikleyicilere harfleri örnek verebiliriz. Eşlenikler ise harfler algilandiğinda, her harfe eş olarak deneyimlenen algilar (renk, ses, dokunma, koku) tanimlanabilir. Ya da ağlayan bir bebeğin sesi (tetikleyici) sinestezik bir kişide hoşa gitmeyen sari renk (eşlenik) olarak deneyimlenir. Sinesteziklerin çoğu için, sinestezi tek yönlüdür. Yani, sesleri renk olarak deneyimleyen bir kişi, renkleri ses olarak deneyimlemez. Tetikleyici ve eşlenikler arasindaki ilişki bir düzen içindedir. Her eşlenik, özel bir tetikleyici tarafindan tetiklenir. Bir kişiye, ayni tetikleyicilerin uygulanmasi durumunda aynieşlenikler algilanir. Örneğin, bir kişi A harfini kirmizi olarak deneyimliyorsa, farkli el yazilariyla veya küçük karakterlerle yazilsa da, A harfini daima kirmizi olarak deneyimler. Özetle, tetikleyicilerin büyük bir esnekliğe izin vermesine rağmen, eşlenikler sabit kalirlar. Harf-renk sinestezisinde, harflerin kimliği renklerin kimliğini belirler. Konuşulan harfler için sesin şiddeti, söyleniş tipi, harflerin eşlenikleri üzerine etki etmez. Ses-renk sinestezisinde genellikle, kişiler gözlerinin önünde renkler görürler ve sesin perdesinin değişimiyle renkler de değişir. Bu kişiler görme alanlarinin tamamen renklerle dolduğunu ifade ederler.

Sinesteziklerin çoğunluğu solaktir. Herhangi bir ruhsal ve beyinsel rahatsizlik eşlik etmez, sağliklidirlar. Hepsinin olmamakla birlikte, çoğunluğunun bellekleri çok iyidir. Ancak, hatirlamada daha çok eşlenikleri kullanirlar. Nesnelerin uzamsal yerleşimini çok kesin olarak hatirlarlar. Yüksek zekalarina rağmen, bir kismi belirgin olarak hesap yapmada zorlanir. Sağ-sollarini siklikla kariştirirlar. Birinci derece akrabalarinda disleksi (okuma bozukluğu), otizm ve dikkat eksikliği normal toplumdan daha sik olarak, %15 oraninda rastlanir. Bilinmeyen bir nedenle homoseksüel tercihler sinesteziklerde siktir (%10). Yaşamişlik hissi (deja vu), olacak olaylari önceden rüyalarinda görme gibi "nadir deneyimleri" de cok yaşarlar.'

demiş anonimin teki.
'İnsanlar söylediklerinizi ya da yaptiklarinizi unutur, ama onlara neler hissettirdiginizi asla unutmaz' - Maya Angelou

Adam Fawer'in yeni romani Empati'den.

Shopenhauer ne demiş?

Kişi istedigini yapabilir; ama ne isteyecegini isteyemez.
(Der Mench kann was er will; er kann aber nicht wollen was er will)

Sineztezi olmak istiyorum

Sineztezi ( synethesia): Duyularin birbirine kariştigi nörolojik bir durum.
(Örnek: harf ve seslerin renk olarak, bazi kelimelerin agizda tat olarak algilanmasi)

31 Mayıs 2008 Cumartesi

S'il n'existait pas Dieu, il faudrait l'inventer

"You know, dear boy there was an old sinner in the eighteenth century who declared that, if there was no God, he would have to be invented. And man has actually invented God. And what's strange, what would be marvellous, is not that God should really exist; the marvel is that such an idea , the idea of the necessity of God, could enter the head of such a savage, vicious beast as man. So holy it is, so touching, so wise and so great a credit it does to a man. As for me, I've long resolved not to think about whether man created God, or God man."

Dostoevsky - The Grand Inquisitor

30 Mayıs 2008 Cuma

same story

boy story

ormanda neler oluyor?
















biri sakizini ariyor.

ormanda neler oluyor?
















biri zamanla oynuyor.

ormanda neler oluyor?
















bir bulut ayidan kaçiyor.

ormanda neler oluyor?
















biri sinirlerine yenik, düşüyor.

Sevişmeyi birkaç ufak tefek hareketle çözecegim



Bu laf allaha sükürler olsun bana degil, Beyazit Öztürk'e ait. Mesele şu, Beyazit ya da nam-i diger Beyaz'a bir film teklifi gelmis ve senaryoda bir sevisme sahnesi varmis. Fakat annelerimizin bagirlarina bastigi bu sohret kisi mazallah olur da sevisirse itibari yerle bir olur diye korkmaktaymis. Cunku neymis? Beyaz sevismezmis, o iyi cocukmus.
Ülkemizde bir frijit mafyasi var. Bu mafya kendi kötü deneyimlerini bir insanlik durumu haline getiriyor ve erkekleri 2'ye ayiriyor. Falligini bagrina basanlar. Falligini rededenler.
Mesela Beyaz 2. grupta. Ne saniyordunuz? Adam aksam Yaprak Dökümü'nün karsinda meyve yiyor. Sonra da pijamalariyla yataga giriyor.
Sevgili gergin kukular!
Benden duymus olmayin ama Beyaz sevisiyor! Ugur Dündar da sevisiyor! Hatta Beyaz ve Ugur Dündar bazen pilic fabrikasinda sevisiyor! Durum böyle. Sakin...

29 Mayıs 2008 Perşembe

İzlanda'nin tadini kaçirmak istiyorum

Vision of humanity'nin yaptigi global peace index'ine göre İzlanda huzur konusunda basi cekiyor. Ülkeye soyle bir bakacak olursak, %12'si buzulla kapli. Nüfus 270 binlerde. Aksam disari ciktiginizda barda 5 kisi olma ihtimaliniz %74 (orani ben uydurdum). Yalnizlik diz boyu.
En ünlü tohumlarina gelecek olursak, Bjork abla bu topraklardan. Gecen gün kadinin cocukluk fotografini gördüm, Chucky'den hallice. Bunun kocasi da az degil. Mathew Barney miydi, neydi? Hani bir film festivalinde Creamaster diye 3 saatlik bir izdirap yasatmisti. Öyleki, bir sekilde DVD'si elime gecti, ben de hemen bir arkadasa verip bir daha getirme dedim. (izleyenlere not: megersem film masonluktaki 5 evreyi anlatiyormus.)
İzlanda sinemasi... Bizi ayiran kutup cizgisi mi? Aramiza giren cizgili kutup mu? Öyle boktan bir film hatirliyorum bu ülkeye dair. Belki oradan degildir ama ben İzlanda'ya cok yakistirdim.
Hidrojen bollugundan dolayi elektrik bedavaymis. Bu biraz huzur verebilir.
Son olarak huzurda bayragi tasimasina ragmen depresyon ve intihar oraninda sektör lideri.
Nüfusun %10'u da buzda kayip düsse, her sene ciddi bir fire verdiklerini söyleyebiliriz.
Bu kadar.

fakat müzeyyen bu derin bir tutku

'Böyle olmasini istemezdim ama hep olurdu. Dünyanin bütün kizilderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararir, kuşlar döner, Sadri Alişik denilen hergele, her filminde aglardi. O agladikça ben de aglardim. Nedenimi bilmez aglardim. Agladikca Sadri'ye kil kapar gicik olurdum. Ücüncü sahis olarak kalisina, hep gidici kadinlari sevisine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi durusuna, Sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kisinin özgürlüğü olarak bakip, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine.'
İlhami Algör'ün 'Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku' adli romaninda yaziyor bu satirlar. Ben adini çok sevip actim kitabi, okudugum kadariyla da henüz hayal kirikligina ugramadim. Darisi basiniza.

26 Mayıs 2008 Pazartesi

Depresif kiskançin Anadolu seyahati


Kendimi bildim bileli Avrupa yakasinda yaşarim. Anadolu tarafinda yaşayan insanlari da hiç sevmem. O kadar yolu her allahin günü teptiklerine göre onlar da kendilerini pek sevmiyordur herhalde.
Anadolu'lu arkadaşlarimin evlerine hic gitmediğim gibi, onlar bu tarafa geçerken 'tarhana getirin, erişteyi unutmayin' gibi taleplerimin de mutlaka altini çizerim.
Bu tavrim geçtiğimiz Pazar gününe kadar istikrarli bir şekilde devam ediyordu. Ve fakat Pazar günü yaptiğimiz Caddebostan gezisi beni benden aldi.
Meğersem İstanbul'da bir California varmiş da haberim yokmuş. Rollerblade yapan şişko kizlar mi istersin? Jogging yapan yaşli amcalar mi? Yok yok!
Biz Teşvikiye'de ayni anda iki kişi sokakta yürüyemiyoruz. Adamlar alani boş bulmuş at koşturuyor.
Haa bir de çimler! Ben, çim aşkimi fakirhanemdeki çim adamlarla gidermeye çalişirken, Anadolu ahalisi çimlerde sereserpe güneşleniyor. Bir de surat ifadelerini görüceksiniz, 'Biz hep böyle yaşiyoruz. Aman iyiki evimiz bu tarafta' filan falan. Küstah köylüler nolcak! Sanarsin Eiffel'in önünde piknik yapiyor.
Çok sinirlendim. Bazen Banu Alkan'in dediği gibi 'depresif kiskanç' miyim diye düşünmekten kendimi alamiyorum. Sizce?

23 Mayıs 2008 Cuma

Miss America uzun bacaklariyla evimde dolaşiyor

Herkesin memleketinden eski dostu evine yatiya gelir. Bunu anlarim. Ve fakat memleket NY'sa ve bu eski dost bir modelse işler biraz karişir. Başliktan da anlayacaginiz üzere evimde bir güzeller güzeli saliniyor. Topuklu giysem boyuna yetişemem, göğüslerimi çikarsam endamina erişemem. Kiz su gibi denen modellerden (bak sen iki anlamli oldu).
Evdeki bütün havam sönmüş durumda. Karizmayi nasil eski dozajina getireceğim bilmiyorum. Sevgilim benim ondan daha güzel olduğumu söylüyor ama bu ödevlerimi bitirdim anne kadar bariz bir yalan.
Planim şu. Bu yali kazigini hamur işlerimizle tanistirmak.
Yarin sabah kalktigim gibi bir manti açayim diyorum. Görsün Miss Amerika gününü!
Sonra çay saati gelir. Ee Turkish traditionlari güzelim. Su böreği, pasta masta derken, karnini bir de orada şişereyim. Akşam da kebab yemeğe gideriz diyorum.
1 haftada 3 kilo garanti. Kolaydi benim evimde öyle salinmak! Kendini bilmez! Zaten cocuk mezari kadar ayaklari var. Öyle kadin mi olur canim?
Beni en iyi anlayacagini düşündüğüm 1.50'lik annemin konuyla ilgili yorumunu da söyleyip yaziyi bagliyorum. 'Niye o kadar uzun canim! Yildizlarimi toplayacak!'. Süpersin be annem.

22 Mayıs 2008 Perşembe

ormanda neler oluyor?



Biri attachment yapiyor.

Anadolu Kaplanlari beni duble kadin yapti

'Evimin kadini' kisvesi altinda bira içip yağiz Anadolu erkekleriyle bakişiyorum. Bu, işveli cümleyi actigimda aslinda ne kadar da namusunun pesinde bir bayan olduğumu anlayacaksiniz.
Bizim terasin karşisinda inşaat var. Bizim terasta da ben ve bira şişesi.
İnşaattaki Anadolu Kaplanlariyla artik içli dişli bir ilişki söz konusu.
Ooo bugün erken başladiniz...
Hayirdir, beyiniz yok mu?
İçme o kadar yaziktir körpecik ciğerlerine... filan falan.
Enginar yapip kadin olduğum günün haftasi fönlü kafama dank etti!
Terasi çiçeklerle kaplamaliyim! Böylece emekçilerle aramiza yeşil bir mesafe koyabilirim.
İşte hayatima giren ilk çiçekler: bir bonzai, iki ortanca, bir çim adam, bir turp ve bir de soğan. Bonzai'nin ismi 'nano'. Henüz hiçbiri çiçek vermiş degil. Galiba ben her susadiğimda onlar da susamiyor.
Anadolu Kaplanlari'na gelecek olursak, hala kendileriyle kör nokta oluşturabilmiş degiliz.
Ama artik ben enginar yapabilen, çiçekleri olan duble bir kadinim.

son şişmanlik neye yarar? herkesin göbeği vaaaaar...*

Tembelliğimle nam salmiş bir insan olduğum için bu konuya el atmak çok yerinde geldi.
Şimdi, fast gym diye birşey çikmiş.
Olay şu. Bir alet var, bu alet 2 tarafli çalişiyor.
Bir tarafinda kürek hareketleri, diğerinde step yapiyorsunuz.
İki tarafta 4'er dakika debeleniyorsunuz ve 8 dakikalik tatsizlik sonunda vücudunuz 1 saat spor yapmiş sayiyor.
Ya da beni cok fena yediler. Zaten annem de 500 YTL'ye düdüklü almiş bir bayandir. Genlerimle barişiğim.
Uzun lafin kisasi, zamanim yok ama göbeğim var diyorsaniz, ilginç bir çözüm.
Biraz tuzlu ama o göbeği de sefaletten yapmadiniz heralde değil mi?
yer: topağaci migros'un sokaği.

* Çatalkaram Alper Canigüz'den alintidir.

20 Mayıs 2008 Salı

ormanda neler oluyor?



Biri koalalari düşünüyor.

ormanda neler oluyor?



Biri ormana konamiyor.

ormanda neler oluyor?



Biri bu kizi igneliyor.

(Tek kürekçim Ali Bati'ya saygilarimi sunarim.)


ormanda neler oluyor?



Biri future'suzca aşk yaşiyor.

ormanda neler oluyor?



Biri world wide web.

18 Mayıs 2008 Pazar

kisiye ozel altyazi istiyorum

Ben, Amerikali sevgilim ve uzun yillardir Londra’da yasayan bir arkadasi gecen gun muhabbet ediyorduk. Bir sey anlatiyordum ve laf Jaws’a geldi.
"Hani Jaws’ta sey vardir ya..." dedim.
4 adet bos goz bana bakti.
"Jaws yok mu arkadaslar? Hani film..." diye israrlandim.
Sevgilim, dudaklarimi okuyarak ne dedigimi anlamaya calisti ve ..."OK man! She means Jeeewys..." dedi.
Aciklama Ingizili kesmedi: "Jewysss?... Jewysss?.....HAA! Jooaws!" The shark!"
Thank god demeye korktum.

16 Mayıs 2008 Cuma

İlk enginarini basariyla sonuclandirmis bir kadinin hakli gururu

Yemegin benim literatürümdeki anlami, birisinin seni doyurmasina kadar bekledigin ac dakikalardir. Hic utanmam yok, hazira konarim. Eldeki malzemelerle birsey yaratmaya calismam. Ama yaratana sonsuz saygi duyarim.
Olmazsa olmazim birkac yemek vardir, onlarda da afedersiniz cocugu koyarim.
Bunlardan biri el acmasi manti (evet, aciyorum), ikincisi risotto. Dün gece bu listeye zeytinyagli enginar da katildi.
Ve artik kadinlarin neden yemek konusunda portfolyo olustuduklarini anliyorum.
Basarili enginarimin ardindan, bugün, kendimi dördüz doğurmus bir kadin kadar disi hissediyorum. Saclarimi sallaya sallaya yürüyorum. Adidaslarim'dan topuklu ayakkabi sesi cikiyor. Kotum kendine yirtmac ariyor. Her cümlem 'tatlim'la başliyor.
Bir enginar yaptim hayatim değişti. Bir de etli yaprak sarma yaparsam birakin beni, dünya degisir. Belki evrene baris bile gelir!

15 Mayıs 2008 Perşembe

büyük küçük herkesi ilgilendiren bir mevzu


Luc Besson'un Angel-A'sini hatirlayin. Devasal boyutlarda bir kadin, afedersiniz ama ayaklari cocuk mezari boyutlarinda bir melek olarak karşimiza çikmişti. Yer yer arabeske hallenen hikaye, melegin devasal boyutlariyla hikayeye bambaska bir katman katmisti. Hatta zemin, dev melek, hikaye üstündeki cilaydi.
Bir önceki sayfayi cevirin, orada Thorpe'in eserlerinde de büyük-küçük ilişkisini göreceksiniz. Klasik müzikte de bu böyle işler.
Allegro, yani müzik sakin ve küçük hareketlerle giderken cümle büyür ve kreşendoya dönüşür. Boris Vian'in Günlerin Köpüğü adli romanini okuyanlar hatirlayacaktir. Koca ev daralir, daralir, kadina dar gelir. İcinde hareket edemez bir hal alir. Uzun lafin kisasi, büyük-küçük ilişkisinde bir ekmek var. Yandaki eser bana bunlari hatirlatti. Bize öğretilen boyutlarla oynamanin sanirim ölçülemez bir değeri var.

Neil French'i anmaya devam.



Uzun metinlerin, zeki başliklarin gurusu
Neil French'den bir AirAsia ilani. Reklam yazari!
Sen sen ol, uzun metinli ilan yapacaksan önce şu metni bir oku. Yok ben uzun metinli ilan yapmam, metinli ilanlara kimse bakmaz diyorsan, bu metni bir daha oku. Çünkü böyle yazarsan okunur. Okudum sevmedim, ayrica ben baslik-metin ilani sevmiyorum gibi birtakim savunmalara girdiysen de bence bu isi birak. Ne biliyim ahsap boya, taki tasarimi yap, kendini bul filan falan.

14 Mayıs 2008 Çarşamba

women do crap!




Neil French 2005 yilindaki seksist açiklamalarindan sonra WPP'den ayrilir ve hemen ardindan Hart+Larsson cesur bir adim atar. Yukarida gordugunuz tam sayfa ilani çikar. Alttaki mail adresine dikkatinizi çekerim. Neil French'in reklamci kadinlar için söylediği women do crap lafi email olarak alinmiş.

12 Mayıs 2008 Pazartesi

kendimi eglendirmece: volume kac?

cannes'a gidecek reklamcilara oh la la bir önerim var


Trene atlayin ve Paris'e gidin. Ben bir keresinde yapmiştim. En güzel tatillerimden biriydi.
Öyle meşakatli bir şey değil, ben yaptiysam her ademoglu yapabilir. Cannes'daki tren istasyonuna gidiyorsunuz, biletinizi aliyorsunuz ve harika bir trene biniyorsunuz. Yanliş hatirlamiyorsam yolculuk 7 saat kadar sürüyor. Geçtiğiniz yollar harika. Bütün otobanlar yeşertilmiş. Yolculuğunuz sirasinda bir şişe şarap açtirip yanindan geçtiğiniz arazilerden birinde bağ eviniz olduğunu hayal ediyorsunuz. Fransiz kocaniz Patrick ya da kariniz Charlotte'la uzun yillardir hayalini kurduğunuz ve sonunda yapabildiğiniz o güzel bağ evi...
Ve tabii ki sarhoş, başbelasi komşunuz David! Hiç mi rahat vermez bu adam!
İşte siz bunlara dalip giderken zaten tren de Paris'e dalmiş oluyor.
İneceğiniz istasyon şehir merkezine yakin. Ben olsam oradan Saint German'e, Mare'ye ya da Montmartre'a giderim. Geceliği 20 euro'dan bir oda kiralarim ve valizlerimi biraktiğim gibi bir bistro'ya gidip sarhoş olmaya bakarim. Yeterince kivama geldiğimde ise karşima çikan ilk caz kulübe girerim.
Ya da şarabimi alir, Eiffel'in bahçesine giderim. (Bahçe deyince gözünüzde küçülmesin, bir futbol sahahisi büyüklüğünde bir alan) Orada piknik yapan Fransizlara şarabimdan ikram eder ve Türk-Fransiz dostluğu adina sarhoş olurum. Ve bunu her gün bir kez daha tekrar ederim.

10 Mayıs 2008 Cumartesi

bu firsat kacmaz!


Santral Istanbul'da bu hafta:
Beden odakli sanat atolyeleri.
Sahaja yoga kursu.

Sayet ikisine birden katilirsaniz hediye paketi de var.
Iste paketin icindekiler:

1- Sundance'de bir hafta jonglorluk egitimi.
2 - Batik elbise, parmak arasi terlik, manikursuz el ayak seti.
3 - Birkac kilo brokoli ve yaninda organik kedi.
4 - Tarot kartlari ve eser miktarda onsezi.
5 - Firuzaga cay bahcesinde 3 aylik kisiye ozel demlik.
6 - Asmali Mescit'te stencil.
7 - Hayvanlari, bitkileri ve topragi koruma gosterilerine 2 kisilik giris hakki.
8 - Sonsuz hosgoru ve open relationship tisortleri.
9 - Iki adet escinsel arkadas ve onlarin dunyalar tatlisi sevgilileri.
10 - Enigma sarkilarindan olusan karaoke seti.

9 Mayıs 2008 Cuma

Türkiye göbek atan adama açmiş!


Başimiza bir de Shantel çikti. İki haftada bir adam İstanbul'da. Bir ara Gay Gay Johanson böyleydi. Adam Edirne'de bile konser vermişti. (atmiyorum)
Çok dişari çiktiğimdan değil ama gittiğim bir yer var ve her haftasonu adamin teki orada göbek atiyor. Tepkisel davranmiyorum değil mi? Evet de!

hangi elektroşok beni kurtaracakmiş şaşarim!

Yolda yürürken karşina adamin biri çikiyor ve soruyor: hayatta birinin en sevdiği insan misin?
Lafa bak! Bir dur! İnsan insana bunu hatirlatir mi?
Miranda July hatirlatmis.
Yumurtaya can veren allahim, July'a öyle bir sezi vermiş ki bu kadin her işinde seni en zayif noktadan yakaliyor, sonra da üstünde tepinip duruyor.

Hayatta birinin en sevdiği insan misin?
Seçeneklerin de var.
Evet, kesinlikle öyleyim.
Muhtemelen öyleyim.
Bir ihtimal öyleyim.
Hayir değilim.

Seç seçebilirsen. Ben seçemedim. Üstteki seçeneklere boyum yetmedi, alttakilere gönlüm inmedi.
Youtube'lar gelince link'ini koyacağim.

Bir golden'im bile yok, anliyor musun?

Haftasonlari yagmur yagar. Haftaici gunes acar. Boyle seyler bilhassa calisan insanlarin dikkatini ceker. Pazartesinden, cumartesinin hayalini kurarsin. Sonra hiç kimsenin aynuruuun bile boyle kucuk elleri yoktur calmaya baslar zihninde. Bu durum bazi hassas tipler için 'yagsin yagsin, küresel isinma var zaten' gibi de yorumlanir. Benim gibilerin agzindan ise 'yine mi be' cikar. Goren de bütün gün yürüyüs yapacak, Macka parkinda evde hazirladigi sandvicleri yiyip sonra da kendinle iletisim kurmak icin biraz yalniz kalacak sanar. Hic oralar da degilim. Zaten benim köpeğim golden degil. Ayrica evde 40 kedim ve bitki çaylarim da yok.
Tek istegim gunesle aramizdaki bu sarpasaran cekismede bir kez olsun galip gelmek. Sonra da gerneşerek tekrar uyumak. Çok mu?

8 Mayıs 2008 Perşembe

kendimi eglendirmece: volume kac?

günün keşkesi...

Memleketimizde de meerkat'lar olsa. Adim başi kedi goreceğimize bu sevimli yaratiklar arada karşimiza çiksa. Kanguru ya da sincap da olabilir. Aslinda sincaplar biraz gerginler ama... Guinea pig de uyar. Onlar hem cana yakin, hem de iki ayağinin üstünde durabiliyor. Kediler gibi değil...

hirpala biraz bünyeyi.

buna güldüm.

demiş...

Sana kendimi başkasina anlatir gibi anlatirsam, sen de başkasi oldun demektir. Başkasina git. Sana kendimi kendime anlatir gibi anlatiyorum. Bu benim sana ait oluşum. Anliyor musun?

Ali Alkan İnal, Beni Ölüm Gibi

kendimi eglendirmece: volume kac?

kendimi eglendirmece: volume kac?

7 Mayıs 2008 Çarşamba

turkcell süperlig, hiiiiç bitmesinnnnn!


28 yasimdayim ve simdiye kadar toplasaniz 2 maci bastan sona izlemedim. Ta ki gecen hafta oynanan Sivasspor- Galatasaray macina kadar.
Arda'nin golu neydi oyle? Hakan Sukur'deki sansa bak! Aykut bir kicini kaldiramadi gibi yorumlara girmeyecegim. Bana dusmez.
Benim deginmek istedigim konu tamamen Hakan Balta. Her haftasonu kizlarla tv'nin karsisinda meger ne kadar da keyifli dakikalar gecirebilirmisim de haberim yokmus.
Su adama bir bakin. CK mankenlerinden ne farki var? Inan Hakancigim, top ne zaman ayagina degse bizim hanemizde gol sayildi.
Itiraf ediyorum. Kutuphanemde Marti Jonathan hikayesinin cd'si var. Tam anlatamadim. Soyle ki guzel sesli bir adam butun hikayeyi okuyor. Arkada marti cigliklari, karaya vuran dalga sesleri filan var. Ben seslendirmeyi cok begendigim icin edinmistim bir tane. Denizbank bilmemneyi sunar diyen adam okuyordu. Benim manyakligim. Siz almayin.
Bu yandaki de Miranda July'a ait. Eminim benimkinden daha derin bir sebeble tuketilmesi amaciyla uretildi. Her ne sebeble olursa olsun bir tane edinmekte yarar var. Cunku sayin July simdiye kadar ne yaptiysa, tuylerde bir diklenme, kalpte bir cirpinma yasatmayi basariyor.
Amazon'da 19 dolar mi ne? Henuz dinlemek nasip olmadi ama kesin az bile.

that was some pretty good sex last night, huh?


Eagle vs Shark'taki ask hikayesi boyle basladi. Tuhaf bir kiz, bir o kadar tuhaf bir adam, tuhaf hayatlari ve haliyle baslayan tuhaf asklari. Sinemada artik naif insanlarin, kucuk dunyalarinin, buyuk hikayelerini gormeye alistik. Ama belliki doyamadik, adamlar cekmeye devam ediyor. Eagle vs Shark da bu turun hic fena olmayan orneklerinden biri. Arada bir eehh yeter hissi yaratsa da, filmi izlerken 3 kez elektrikler gitti ve ben yine de kaldigim yerden devam ettim. Bir site filmi Napoleon dynamite when Harry met Sally seklinde aciklamis. Film bu yaratici yorumun altinda biraz sonuk kalsa da yerli bir saptama.


Chicago pek matah bir sehir degil ama sokaklarinda gezerken iste boyle seyler goruyorsunuz. İstanbul'daki gibi deli danalar değil.
Yanda gördüğünüz heykel, roman, film, konçerto Mackenzie Thorpe'ye ait.

Beni ağlatan ender stabil şeylerden biri. Öyle, bir resim gördüm, saatlerce izledim modeli insanlardan pek olamadim malesef. Fakat Mackenzie'nin yalinliği karşisinda kayitsiz kalabilmek epey zordu.
Gördüğünüz eserin boyutlari neredeyse benim kadar. Benim boyum da neredeyse 1.60. Aslinda 1.58 var yok ama hep yalan söylerim bu konuda.

Mackenzie'yle tanişmişliğimiz NY'a geçtiğimde artik bir selamlaşmaya dönüştü. Adim başi her galeride amcanin ya bir baskisi ya bir heykeli vardi. Utanmadan bir baskinin fiyatini sordum. 2500 dolarmiş. Doğumgünüm 11 ocak. İsteyen alabilir.

ipini koparan gelsin


11. Uluslararasi İstanbul Kukla Festivali'nde Hitchock'un Pyscho'su sahneleniyor. Ünlü Alman kuklaci
Jorg Bretschneider (isminden belli nemenem olduğu)
yememiş içmemiş, zaten hali hazirda uyku kaçirtan bu filmi bir de kuklalarla yapip dozu sanirim ikiye katlamiş. Programda tek ilgi çekici eser bu. Gerisi Hanslar, Grateller işte.
Biletler, Biletix'de. (bunu da herkese yapmam.)

japonlar yapmiş abiii...


Berlin. Dişarisi eksi bilmemkaç derece, İstanbul'da asla göremeyeceğimiz türden bir çeşit dolu yağiyor ve arkadaşim sanata olan düşkünlüğünden, ben ise sadece kapali bir alana girme isteğimden dolayi, yanda görmüş olduğunuz galeriye girdik.
Eser bir Japon'a ait (şaşirmadik değil mi?). Adam, bütün galeriyi, yaklaşik 30 metrekarelik bir alani, örümcek aği gibi, iplerle örmüş. Ve bu iplerin arasinda, düğüm olmuş bir noktada bembeyaz bir gelinliğin asili olduğunu görüyoruz. Sanatçi sanirim burada evlilikle ilgili bir metaforlara girmis, artik kim ne anlarsa. Ama ben yaraticiliğini, tüyler ürperten gorselliği bir yana biraktim, kardeşim bu nasil bir azimdir! O ipler portatif değil. Her sergide ayni ipler tekrar geriliyor, çiviler tekrar çakiliyor, düğümler tekrar atiliyor. Evlilikle ilgili ciddi bir sorun yaşamiş olsa gerek.

nathalie portman'in poposu ya da acikli bir aşk hikayesi


Wes Anderson'in yeni filmi Darjeeling Limited'in ilk bolumu iste bu iki cümle arasinda gidip geliyor. Sevgilisini terkeden bir Nathalie Portman ve güzel poposu, onu unutmak için kendini (nedense) Paris'in romantik sokaklarindan birinde otele kapatan sevgilisini görüyoruz.
Paris'i görenler bilir, orasi bir sevgiliyi unutmak için degil daha çok hatirlamak için gidilesi bir yerdir. Ya da zaten şehir sizi buna zorlar. Neyse filme dönecek olursak, Wes Anderson yaklaşik 13 dakikada izleyebileceğiniz en güzel aşk hikayelerinden birini yaratmiş kanimca. Tek tarafli bir aşk ama zaten öylesini izlemek zevkli değil midir?
Ayrica filmin boyunca Peter Sarstedt'ten dinlediğimiz 'where do you go to my lovely' adli şarki ancak Anderson gibi bir adamin bulabileceği türden unutulmuş, hatirlaninca da favori olacak bir mirilti.

Ex-girlfriend: Whatever happens in the end, I don't wanna lose you as my friend.
Jack: I promise, I will never be your friend. No matter what. Ever.

izlemek için http://madwell.com/flash/hotel.htm