31 Mayıs 2008 Cumartesi

S'il n'existait pas Dieu, il faudrait l'inventer

"You know, dear boy there was an old sinner in the eighteenth century who declared that, if there was no God, he would have to be invented. And man has actually invented God. And what's strange, what would be marvellous, is not that God should really exist; the marvel is that such an idea , the idea of the necessity of God, could enter the head of such a savage, vicious beast as man. So holy it is, so touching, so wise and so great a credit it does to a man. As for me, I've long resolved not to think about whether man created God, or God man."

Dostoevsky - The Grand Inquisitor

30 Mayıs 2008 Cuma

same story

boy story

ormanda neler oluyor?
















biri sakizini ariyor.

ormanda neler oluyor?
















biri zamanla oynuyor.

ormanda neler oluyor?
















bir bulut ayidan kaçiyor.

ormanda neler oluyor?
















biri sinirlerine yenik, düşüyor.

Sevişmeyi birkaç ufak tefek hareketle çözecegim



Bu laf allaha sükürler olsun bana degil, Beyazit Öztürk'e ait. Mesele şu, Beyazit ya da nam-i diger Beyaz'a bir film teklifi gelmis ve senaryoda bir sevisme sahnesi varmis. Fakat annelerimizin bagirlarina bastigi bu sohret kisi mazallah olur da sevisirse itibari yerle bir olur diye korkmaktaymis. Cunku neymis? Beyaz sevismezmis, o iyi cocukmus.
Ülkemizde bir frijit mafyasi var. Bu mafya kendi kötü deneyimlerini bir insanlik durumu haline getiriyor ve erkekleri 2'ye ayiriyor. Falligini bagrina basanlar. Falligini rededenler.
Mesela Beyaz 2. grupta. Ne saniyordunuz? Adam aksam Yaprak Dökümü'nün karsinda meyve yiyor. Sonra da pijamalariyla yataga giriyor.
Sevgili gergin kukular!
Benden duymus olmayin ama Beyaz sevisiyor! Ugur Dündar da sevisiyor! Hatta Beyaz ve Ugur Dündar bazen pilic fabrikasinda sevisiyor! Durum böyle. Sakin...

29 Mayıs 2008 Perşembe

İzlanda'nin tadini kaçirmak istiyorum

Vision of humanity'nin yaptigi global peace index'ine göre İzlanda huzur konusunda basi cekiyor. Ülkeye soyle bir bakacak olursak, %12'si buzulla kapli. Nüfus 270 binlerde. Aksam disari ciktiginizda barda 5 kisi olma ihtimaliniz %74 (orani ben uydurdum). Yalnizlik diz boyu.
En ünlü tohumlarina gelecek olursak, Bjork abla bu topraklardan. Gecen gün kadinin cocukluk fotografini gördüm, Chucky'den hallice. Bunun kocasi da az degil. Mathew Barney miydi, neydi? Hani bir film festivalinde Creamaster diye 3 saatlik bir izdirap yasatmisti. Öyleki, bir sekilde DVD'si elime gecti, ben de hemen bir arkadasa verip bir daha getirme dedim. (izleyenlere not: megersem film masonluktaki 5 evreyi anlatiyormus.)
İzlanda sinemasi... Bizi ayiran kutup cizgisi mi? Aramiza giren cizgili kutup mu? Öyle boktan bir film hatirliyorum bu ülkeye dair. Belki oradan degildir ama ben İzlanda'ya cok yakistirdim.
Hidrojen bollugundan dolayi elektrik bedavaymis. Bu biraz huzur verebilir.
Son olarak huzurda bayragi tasimasina ragmen depresyon ve intihar oraninda sektör lideri.
Nüfusun %10'u da buzda kayip düsse, her sene ciddi bir fire verdiklerini söyleyebiliriz.
Bu kadar.

fakat müzeyyen bu derin bir tutku

'Böyle olmasini istemezdim ama hep olurdu. Dünyanin bütün kizilderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararir, kuşlar döner, Sadri Alişik denilen hergele, her filminde aglardi. O agladikça ben de aglardim. Nedenimi bilmez aglardim. Agladikca Sadri'ye kil kapar gicik olurdum. Ücüncü sahis olarak kalisina, hep gidici kadinlari sevisine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi durusuna, Sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kisinin özgürlüğü olarak bakip, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine.'
İlhami Algör'ün 'Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku' adli romaninda yaziyor bu satirlar. Ben adini çok sevip actim kitabi, okudugum kadariyla da henüz hayal kirikligina ugramadim. Darisi basiniza.

26 Mayıs 2008 Pazartesi

Depresif kiskançin Anadolu seyahati


Kendimi bildim bileli Avrupa yakasinda yaşarim. Anadolu tarafinda yaşayan insanlari da hiç sevmem. O kadar yolu her allahin günü teptiklerine göre onlar da kendilerini pek sevmiyordur herhalde.
Anadolu'lu arkadaşlarimin evlerine hic gitmediğim gibi, onlar bu tarafa geçerken 'tarhana getirin, erişteyi unutmayin' gibi taleplerimin de mutlaka altini çizerim.
Bu tavrim geçtiğimiz Pazar gününe kadar istikrarli bir şekilde devam ediyordu. Ve fakat Pazar günü yaptiğimiz Caddebostan gezisi beni benden aldi.
Meğersem İstanbul'da bir California varmiş da haberim yokmuş. Rollerblade yapan şişko kizlar mi istersin? Jogging yapan yaşli amcalar mi? Yok yok!
Biz Teşvikiye'de ayni anda iki kişi sokakta yürüyemiyoruz. Adamlar alani boş bulmuş at koşturuyor.
Haa bir de çimler! Ben, çim aşkimi fakirhanemdeki çim adamlarla gidermeye çalişirken, Anadolu ahalisi çimlerde sereserpe güneşleniyor. Bir de surat ifadelerini görüceksiniz, 'Biz hep böyle yaşiyoruz. Aman iyiki evimiz bu tarafta' filan falan. Küstah köylüler nolcak! Sanarsin Eiffel'in önünde piknik yapiyor.
Çok sinirlendim. Bazen Banu Alkan'in dediği gibi 'depresif kiskanç' miyim diye düşünmekten kendimi alamiyorum. Sizce?

23 Mayıs 2008 Cuma

Miss America uzun bacaklariyla evimde dolaşiyor

Herkesin memleketinden eski dostu evine yatiya gelir. Bunu anlarim. Ve fakat memleket NY'sa ve bu eski dost bir modelse işler biraz karişir. Başliktan da anlayacaginiz üzere evimde bir güzeller güzeli saliniyor. Topuklu giysem boyuna yetişemem, göğüslerimi çikarsam endamina erişemem. Kiz su gibi denen modellerden (bak sen iki anlamli oldu).
Evdeki bütün havam sönmüş durumda. Karizmayi nasil eski dozajina getireceğim bilmiyorum. Sevgilim benim ondan daha güzel olduğumu söylüyor ama bu ödevlerimi bitirdim anne kadar bariz bir yalan.
Planim şu. Bu yali kazigini hamur işlerimizle tanistirmak.
Yarin sabah kalktigim gibi bir manti açayim diyorum. Görsün Miss Amerika gününü!
Sonra çay saati gelir. Ee Turkish traditionlari güzelim. Su böreği, pasta masta derken, karnini bir de orada şişereyim. Akşam da kebab yemeğe gideriz diyorum.
1 haftada 3 kilo garanti. Kolaydi benim evimde öyle salinmak! Kendini bilmez! Zaten cocuk mezari kadar ayaklari var. Öyle kadin mi olur canim?
Beni en iyi anlayacagini düşündüğüm 1.50'lik annemin konuyla ilgili yorumunu da söyleyip yaziyi bagliyorum. 'Niye o kadar uzun canim! Yildizlarimi toplayacak!'. Süpersin be annem.

22 Mayıs 2008 Perşembe

ormanda neler oluyor?



Biri attachment yapiyor.

Anadolu Kaplanlari beni duble kadin yapti

'Evimin kadini' kisvesi altinda bira içip yağiz Anadolu erkekleriyle bakişiyorum. Bu, işveli cümleyi actigimda aslinda ne kadar da namusunun pesinde bir bayan olduğumu anlayacaksiniz.
Bizim terasin karşisinda inşaat var. Bizim terasta da ben ve bira şişesi.
İnşaattaki Anadolu Kaplanlariyla artik içli dişli bir ilişki söz konusu.
Ooo bugün erken başladiniz...
Hayirdir, beyiniz yok mu?
İçme o kadar yaziktir körpecik ciğerlerine... filan falan.
Enginar yapip kadin olduğum günün haftasi fönlü kafama dank etti!
Terasi çiçeklerle kaplamaliyim! Böylece emekçilerle aramiza yeşil bir mesafe koyabilirim.
İşte hayatima giren ilk çiçekler: bir bonzai, iki ortanca, bir çim adam, bir turp ve bir de soğan. Bonzai'nin ismi 'nano'. Henüz hiçbiri çiçek vermiş degil. Galiba ben her susadiğimda onlar da susamiyor.
Anadolu Kaplanlari'na gelecek olursak, hala kendileriyle kör nokta oluşturabilmiş degiliz.
Ama artik ben enginar yapabilen, çiçekleri olan duble bir kadinim.

son şişmanlik neye yarar? herkesin göbeği vaaaaar...*

Tembelliğimle nam salmiş bir insan olduğum için bu konuya el atmak çok yerinde geldi.
Şimdi, fast gym diye birşey çikmiş.
Olay şu. Bir alet var, bu alet 2 tarafli çalişiyor.
Bir tarafinda kürek hareketleri, diğerinde step yapiyorsunuz.
İki tarafta 4'er dakika debeleniyorsunuz ve 8 dakikalik tatsizlik sonunda vücudunuz 1 saat spor yapmiş sayiyor.
Ya da beni cok fena yediler. Zaten annem de 500 YTL'ye düdüklü almiş bir bayandir. Genlerimle barişiğim.
Uzun lafin kisasi, zamanim yok ama göbeğim var diyorsaniz, ilginç bir çözüm.
Biraz tuzlu ama o göbeği de sefaletten yapmadiniz heralde değil mi?
yer: topağaci migros'un sokaği.

* Çatalkaram Alper Canigüz'den alintidir.

20 Mayıs 2008 Salı

ormanda neler oluyor?



Biri koalalari düşünüyor.

ormanda neler oluyor?



Biri ormana konamiyor.

ormanda neler oluyor?



Biri bu kizi igneliyor.

(Tek kürekçim Ali Bati'ya saygilarimi sunarim.)


ormanda neler oluyor?



Biri future'suzca aşk yaşiyor.

ormanda neler oluyor?



Biri world wide web.

18 Mayıs 2008 Pazar

kisiye ozel altyazi istiyorum

Ben, Amerikali sevgilim ve uzun yillardir Londra’da yasayan bir arkadasi gecen gun muhabbet ediyorduk. Bir sey anlatiyordum ve laf Jaws’a geldi.
"Hani Jaws’ta sey vardir ya..." dedim.
4 adet bos goz bana bakti.
"Jaws yok mu arkadaslar? Hani film..." diye israrlandim.
Sevgilim, dudaklarimi okuyarak ne dedigimi anlamaya calisti ve ..."OK man! She means Jeeewys..." dedi.
Aciklama Ingizili kesmedi: "Jewysss?... Jewysss?.....HAA! Jooaws!" The shark!"
Thank god demeye korktum.

16 Mayıs 2008 Cuma

İlk enginarini basariyla sonuclandirmis bir kadinin hakli gururu

Yemegin benim literatürümdeki anlami, birisinin seni doyurmasina kadar bekledigin ac dakikalardir. Hic utanmam yok, hazira konarim. Eldeki malzemelerle birsey yaratmaya calismam. Ama yaratana sonsuz saygi duyarim.
Olmazsa olmazim birkac yemek vardir, onlarda da afedersiniz cocugu koyarim.
Bunlardan biri el acmasi manti (evet, aciyorum), ikincisi risotto. Dün gece bu listeye zeytinyagli enginar da katildi.
Ve artik kadinlarin neden yemek konusunda portfolyo olustuduklarini anliyorum.
Basarili enginarimin ardindan, bugün, kendimi dördüz doğurmus bir kadin kadar disi hissediyorum. Saclarimi sallaya sallaya yürüyorum. Adidaslarim'dan topuklu ayakkabi sesi cikiyor. Kotum kendine yirtmac ariyor. Her cümlem 'tatlim'la başliyor.
Bir enginar yaptim hayatim değişti. Bir de etli yaprak sarma yaparsam birakin beni, dünya degisir. Belki evrene baris bile gelir!

15 Mayıs 2008 Perşembe

büyük küçük herkesi ilgilendiren bir mevzu


Luc Besson'un Angel-A'sini hatirlayin. Devasal boyutlarda bir kadin, afedersiniz ama ayaklari cocuk mezari boyutlarinda bir melek olarak karşimiza çikmişti. Yer yer arabeske hallenen hikaye, melegin devasal boyutlariyla hikayeye bambaska bir katman katmisti. Hatta zemin, dev melek, hikaye üstündeki cilaydi.
Bir önceki sayfayi cevirin, orada Thorpe'in eserlerinde de büyük-küçük ilişkisini göreceksiniz. Klasik müzikte de bu böyle işler.
Allegro, yani müzik sakin ve küçük hareketlerle giderken cümle büyür ve kreşendoya dönüşür. Boris Vian'in Günlerin Köpüğü adli romanini okuyanlar hatirlayacaktir. Koca ev daralir, daralir, kadina dar gelir. İcinde hareket edemez bir hal alir. Uzun lafin kisasi, büyük-küçük ilişkisinde bir ekmek var. Yandaki eser bana bunlari hatirlatti. Bize öğretilen boyutlarla oynamanin sanirim ölçülemez bir değeri var.

Neil French'i anmaya devam.



Uzun metinlerin, zeki başliklarin gurusu
Neil French'den bir AirAsia ilani. Reklam yazari!
Sen sen ol, uzun metinli ilan yapacaksan önce şu metni bir oku. Yok ben uzun metinli ilan yapmam, metinli ilanlara kimse bakmaz diyorsan, bu metni bir daha oku. Çünkü böyle yazarsan okunur. Okudum sevmedim, ayrica ben baslik-metin ilani sevmiyorum gibi birtakim savunmalara girdiysen de bence bu isi birak. Ne biliyim ahsap boya, taki tasarimi yap, kendini bul filan falan.

14 Mayıs 2008 Çarşamba

women do crap!




Neil French 2005 yilindaki seksist açiklamalarindan sonra WPP'den ayrilir ve hemen ardindan Hart+Larsson cesur bir adim atar. Yukarida gordugunuz tam sayfa ilani çikar. Alttaki mail adresine dikkatinizi çekerim. Neil French'in reklamci kadinlar için söylediği women do crap lafi email olarak alinmiş.

12 Mayıs 2008 Pazartesi

kendimi eglendirmece: volume kac?

cannes'a gidecek reklamcilara oh la la bir önerim var


Trene atlayin ve Paris'e gidin. Ben bir keresinde yapmiştim. En güzel tatillerimden biriydi.
Öyle meşakatli bir şey değil, ben yaptiysam her ademoglu yapabilir. Cannes'daki tren istasyonuna gidiyorsunuz, biletinizi aliyorsunuz ve harika bir trene biniyorsunuz. Yanliş hatirlamiyorsam yolculuk 7 saat kadar sürüyor. Geçtiğiniz yollar harika. Bütün otobanlar yeşertilmiş. Yolculuğunuz sirasinda bir şişe şarap açtirip yanindan geçtiğiniz arazilerden birinde bağ eviniz olduğunu hayal ediyorsunuz. Fransiz kocaniz Patrick ya da kariniz Charlotte'la uzun yillardir hayalini kurduğunuz ve sonunda yapabildiğiniz o güzel bağ evi...
Ve tabii ki sarhoş, başbelasi komşunuz David! Hiç mi rahat vermez bu adam!
İşte siz bunlara dalip giderken zaten tren de Paris'e dalmiş oluyor.
İneceğiniz istasyon şehir merkezine yakin. Ben olsam oradan Saint German'e, Mare'ye ya da Montmartre'a giderim. Geceliği 20 euro'dan bir oda kiralarim ve valizlerimi biraktiğim gibi bir bistro'ya gidip sarhoş olmaya bakarim. Yeterince kivama geldiğimde ise karşima çikan ilk caz kulübe girerim.
Ya da şarabimi alir, Eiffel'in bahçesine giderim. (Bahçe deyince gözünüzde küçülmesin, bir futbol sahahisi büyüklüğünde bir alan) Orada piknik yapan Fransizlara şarabimdan ikram eder ve Türk-Fransiz dostluğu adina sarhoş olurum. Ve bunu her gün bir kez daha tekrar ederim.

10 Mayıs 2008 Cumartesi

bu firsat kacmaz!


Santral Istanbul'da bu hafta:
Beden odakli sanat atolyeleri.
Sahaja yoga kursu.

Sayet ikisine birden katilirsaniz hediye paketi de var.
Iste paketin icindekiler:

1- Sundance'de bir hafta jonglorluk egitimi.
2 - Batik elbise, parmak arasi terlik, manikursuz el ayak seti.
3 - Birkac kilo brokoli ve yaninda organik kedi.
4 - Tarot kartlari ve eser miktarda onsezi.
5 - Firuzaga cay bahcesinde 3 aylik kisiye ozel demlik.
6 - Asmali Mescit'te stencil.
7 - Hayvanlari, bitkileri ve topragi koruma gosterilerine 2 kisilik giris hakki.
8 - Sonsuz hosgoru ve open relationship tisortleri.
9 - Iki adet escinsel arkadas ve onlarin dunyalar tatlisi sevgilileri.
10 - Enigma sarkilarindan olusan karaoke seti.

9 Mayıs 2008 Cuma

Türkiye göbek atan adama açmiş!


Başimiza bir de Shantel çikti. İki haftada bir adam İstanbul'da. Bir ara Gay Gay Johanson böyleydi. Adam Edirne'de bile konser vermişti. (atmiyorum)
Çok dişari çiktiğimdan değil ama gittiğim bir yer var ve her haftasonu adamin teki orada göbek atiyor. Tepkisel davranmiyorum değil mi? Evet de!

hangi elektroşok beni kurtaracakmiş şaşarim!

Yolda yürürken karşina adamin biri çikiyor ve soruyor: hayatta birinin en sevdiği insan misin?
Lafa bak! Bir dur! İnsan insana bunu hatirlatir mi?
Miranda July hatirlatmis.
Yumurtaya can veren allahim, July'a öyle bir sezi vermiş ki bu kadin her işinde seni en zayif noktadan yakaliyor, sonra da üstünde tepinip duruyor.

Hayatta birinin en sevdiği insan misin?
Seçeneklerin de var.
Evet, kesinlikle öyleyim.
Muhtemelen öyleyim.
Bir ihtimal öyleyim.
Hayir değilim.

Seç seçebilirsen. Ben seçemedim. Üstteki seçeneklere boyum yetmedi, alttakilere gönlüm inmedi.
Youtube'lar gelince link'ini koyacağim.

Bir golden'im bile yok, anliyor musun?

Haftasonlari yagmur yagar. Haftaici gunes acar. Boyle seyler bilhassa calisan insanlarin dikkatini ceker. Pazartesinden, cumartesinin hayalini kurarsin. Sonra hiç kimsenin aynuruuun bile boyle kucuk elleri yoktur calmaya baslar zihninde. Bu durum bazi hassas tipler için 'yagsin yagsin, küresel isinma var zaten' gibi de yorumlanir. Benim gibilerin agzindan ise 'yine mi be' cikar. Goren de bütün gün yürüyüs yapacak, Macka parkinda evde hazirladigi sandvicleri yiyip sonra da kendinle iletisim kurmak icin biraz yalniz kalacak sanar. Hic oralar da degilim. Zaten benim köpeğim golden degil. Ayrica evde 40 kedim ve bitki çaylarim da yok.
Tek istegim gunesle aramizdaki bu sarpasaran cekismede bir kez olsun galip gelmek. Sonra da gerneşerek tekrar uyumak. Çok mu?

8 Mayıs 2008 Perşembe

kendimi eglendirmece: volume kac?

günün keşkesi...

Memleketimizde de meerkat'lar olsa. Adim başi kedi goreceğimize bu sevimli yaratiklar arada karşimiza çiksa. Kanguru ya da sincap da olabilir. Aslinda sincaplar biraz gerginler ama... Guinea pig de uyar. Onlar hem cana yakin, hem de iki ayağinin üstünde durabiliyor. Kediler gibi değil...

hirpala biraz bünyeyi.

buna güldüm.

demiş...

Sana kendimi başkasina anlatir gibi anlatirsam, sen de başkasi oldun demektir. Başkasina git. Sana kendimi kendime anlatir gibi anlatiyorum. Bu benim sana ait oluşum. Anliyor musun?

Ali Alkan İnal, Beni Ölüm Gibi

kendimi eglendirmece: volume kac?

kendimi eglendirmece: volume kac?

7 Mayıs 2008 Çarşamba

turkcell süperlig, hiiiiç bitmesinnnnn!


28 yasimdayim ve simdiye kadar toplasaniz 2 maci bastan sona izlemedim. Ta ki gecen hafta oynanan Sivasspor- Galatasaray macina kadar.
Arda'nin golu neydi oyle? Hakan Sukur'deki sansa bak! Aykut bir kicini kaldiramadi gibi yorumlara girmeyecegim. Bana dusmez.
Benim deginmek istedigim konu tamamen Hakan Balta. Her haftasonu kizlarla tv'nin karsisinda meger ne kadar da keyifli dakikalar gecirebilirmisim de haberim yokmus.
Su adama bir bakin. CK mankenlerinden ne farki var? Inan Hakancigim, top ne zaman ayagina degse bizim hanemizde gol sayildi.
Itiraf ediyorum. Kutuphanemde Marti Jonathan hikayesinin cd'si var. Tam anlatamadim. Soyle ki guzel sesli bir adam butun hikayeyi okuyor. Arkada marti cigliklari, karaya vuran dalga sesleri filan var. Ben seslendirmeyi cok begendigim icin edinmistim bir tane. Denizbank bilmemneyi sunar diyen adam okuyordu. Benim manyakligim. Siz almayin.
Bu yandaki de Miranda July'a ait. Eminim benimkinden daha derin bir sebeble tuketilmesi amaciyla uretildi. Her ne sebeble olursa olsun bir tane edinmekte yarar var. Cunku sayin July simdiye kadar ne yaptiysa, tuylerde bir diklenme, kalpte bir cirpinma yasatmayi basariyor.
Amazon'da 19 dolar mi ne? Henuz dinlemek nasip olmadi ama kesin az bile.

that was some pretty good sex last night, huh?


Eagle vs Shark'taki ask hikayesi boyle basladi. Tuhaf bir kiz, bir o kadar tuhaf bir adam, tuhaf hayatlari ve haliyle baslayan tuhaf asklari. Sinemada artik naif insanlarin, kucuk dunyalarinin, buyuk hikayelerini gormeye alistik. Ama belliki doyamadik, adamlar cekmeye devam ediyor. Eagle vs Shark da bu turun hic fena olmayan orneklerinden biri. Arada bir eehh yeter hissi yaratsa da, filmi izlerken 3 kez elektrikler gitti ve ben yine de kaldigim yerden devam ettim. Bir site filmi Napoleon dynamite when Harry met Sally seklinde aciklamis. Film bu yaratici yorumun altinda biraz sonuk kalsa da yerli bir saptama.


Chicago pek matah bir sehir degil ama sokaklarinda gezerken iste boyle seyler goruyorsunuz. İstanbul'daki gibi deli danalar değil.
Yanda gördüğünüz heykel, roman, film, konçerto Mackenzie Thorpe'ye ait.

Beni ağlatan ender stabil şeylerden biri. Öyle, bir resim gördüm, saatlerce izledim modeli insanlardan pek olamadim malesef. Fakat Mackenzie'nin yalinliği karşisinda kayitsiz kalabilmek epey zordu.
Gördüğünüz eserin boyutlari neredeyse benim kadar. Benim boyum da neredeyse 1.60. Aslinda 1.58 var yok ama hep yalan söylerim bu konuda.

Mackenzie'yle tanişmişliğimiz NY'a geçtiğimde artik bir selamlaşmaya dönüştü. Adim başi her galeride amcanin ya bir baskisi ya bir heykeli vardi. Utanmadan bir baskinin fiyatini sordum. 2500 dolarmiş. Doğumgünüm 11 ocak. İsteyen alabilir.

ipini koparan gelsin


11. Uluslararasi İstanbul Kukla Festivali'nde Hitchock'un Pyscho'su sahneleniyor. Ünlü Alman kuklaci
Jorg Bretschneider (isminden belli nemenem olduğu)
yememiş içmemiş, zaten hali hazirda uyku kaçirtan bu filmi bir de kuklalarla yapip dozu sanirim ikiye katlamiş. Programda tek ilgi çekici eser bu. Gerisi Hanslar, Grateller işte.
Biletler, Biletix'de. (bunu da herkese yapmam.)

japonlar yapmiş abiii...


Berlin. Dişarisi eksi bilmemkaç derece, İstanbul'da asla göremeyeceğimiz türden bir çeşit dolu yağiyor ve arkadaşim sanata olan düşkünlüğünden, ben ise sadece kapali bir alana girme isteğimden dolayi, yanda görmüş olduğunuz galeriye girdik.
Eser bir Japon'a ait (şaşirmadik değil mi?). Adam, bütün galeriyi, yaklaşik 30 metrekarelik bir alani, örümcek aği gibi, iplerle örmüş. Ve bu iplerin arasinda, düğüm olmuş bir noktada bembeyaz bir gelinliğin asili olduğunu görüyoruz. Sanatçi sanirim burada evlilikle ilgili bir metaforlara girmis, artik kim ne anlarsa. Ama ben yaraticiliğini, tüyler ürperten gorselliği bir yana biraktim, kardeşim bu nasil bir azimdir! O ipler portatif değil. Her sergide ayni ipler tekrar geriliyor, çiviler tekrar çakiliyor, düğümler tekrar atiliyor. Evlilikle ilgili ciddi bir sorun yaşamiş olsa gerek.

nathalie portman'in poposu ya da acikli bir aşk hikayesi


Wes Anderson'in yeni filmi Darjeeling Limited'in ilk bolumu iste bu iki cümle arasinda gidip geliyor. Sevgilisini terkeden bir Nathalie Portman ve güzel poposu, onu unutmak için kendini (nedense) Paris'in romantik sokaklarindan birinde otele kapatan sevgilisini görüyoruz.
Paris'i görenler bilir, orasi bir sevgiliyi unutmak için degil daha çok hatirlamak için gidilesi bir yerdir. Ya da zaten şehir sizi buna zorlar. Neyse filme dönecek olursak, Wes Anderson yaklaşik 13 dakikada izleyebileceğiniz en güzel aşk hikayelerinden birini yaratmiş kanimca. Tek tarafli bir aşk ama zaten öylesini izlemek zevkli değil midir?
Ayrica filmin boyunca Peter Sarstedt'ten dinlediğimiz 'where do you go to my lovely' adli şarki ancak Anderson gibi bir adamin bulabileceği türden unutulmuş, hatirlaninca da favori olacak bir mirilti.

Ex-girlfriend: Whatever happens in the end, I don't wanna lose you as my friend.
Jack: I promise, I will never be your friend. No matter what. Ever.

izlemek için http://madwell.com/flash/hotel.htm